Hukuk Devrimleri

Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’ndan “devlet olma” niteliğini kaybederek çıktı. Çünkü devleti devlet yapan üç ana öğeden ikisi, yani insan topluluğu ve ülke unsurları parçalanıp bütünlüklerini kaybederlerken, siyasal egemenlik unsuru ise tamamen ortadan kalkmıştı. Büyük Atatürk’ün önderliğinde yapılan Kurtuluş Savaşı ile bir yandan eski yönetime ve bu yönetimin Türk halkı için I. Dünya Savaşı sonrası kabul ettiği düzene başkaldırılmış, bir yandan da galip ülkelere karşı bir bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi gerçekleştirilmiştir. Atatürk bu büyük ve uzun mücadeleyi yürütürken, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini de atmıştır: İşe ulusal egemenliğe dayanan bir “millî” meclis kurmakla başlamıştır. Samsun’a çıkışının üzerinden bir yıl bile geçmeden TBMM’ni açmış, savaşı da, devrimleri de bu meclis ile gerçekleştirmiştir.

Meclis’in açılışı, yeni bir Türk Devleti’nin kurulduğunu göstermesi açısından olduğu kadar, Atatürk’ün “egemenliğin sadece Türk ulusuna ait olduğu” şeklindeki inancını da açıkça ortaya koyması bakımından da önem taşır. Yani Atatürk’ün, yalnız ulus iradesine dayandırdığı meşruiyet anlayışını. Bu noktada Atatürk hukuk devrimini başlatmıştır bile. Fransız İhtilâli’yle birlikte, yaklaşık 130 yıldır Avrupa ülkelerini, haklarını etkileyen ulusal egemenlik kavramını ilk kez Atatürk Türk milletine tanıtıyor ve tüm varlığıyla sahip çıktığı bu kavramı gerçekleştirme imkânını Türk ulusuna veriyordu. Artık egemenliği binlerce yıldır olduğu gibi belli bir aileden gelen tek kişi kullanmayacaktı. Ulus, egemenlik gücünün kaynağı olacaktı. Aslında TBMM’nin açılışı, o zamana dek mutlak iktidar olan Padişah ve Halife’nin ilerde bu makam ve güçlerini kaybedeceğinin de göstergesiydi. Mutlak biçimde ulusa ait olan egemenliğin bölünmesi mümkün olmayacağına göre, bu ilke ile “kutsal ve sorumsuz” padişahlık ve hilâfet kurumlarının bağdaşmayacağı kesindi. Kesin olan bir ikinci nokta da, ulusal egemenlik ilkesine dayalı Meclis’le teokratik devlet ve hukuk sisteminin sürdürülemeyeceğiydi. Bu ilkenin gerçekleştirilebileceği tek devlet sistemi lâik hukukun geçerli olacağı demokratik cumhuriyet modeliydi. Böylece, TBMM’nin 23 Nisan 1920’de açılması, aynı zamanda ilerde yapılacak olan hukuk devriminin en önemli basamağını da teşkil ediyordu.

Nitekim TBMM’nin 20 Ocak 1921’de kabul ettiği ilk anayasanın 1. maddesinde, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu1, halkın kendi adına kullanılmak üzere yasama ve yürütme yetkilerini TBMM’ne verdiği, 3. maddede de “Türkiye Devleti’nin TBMM tarafından idare olunduğu” yazılıydı. Böylece, egemenliğin Osmanlı hanedanından TBMM’ne hukuken de geçtiği ifade edilmişti2.

Zaferden sonra Saltanat’ın kaldırılması (egemenliğin ulusa geçmesi), Cumhuriyet’in ilânı (demokratik bir devlet sisteminin benimsenmesi, ki demokrasiye en uygun devlet şekli, egemenliği kullananların seçimle işbaşına geldikleri cumhuriyettir) ve Hilâfet’in kaldırılması (teokratik devletten kesin olarak ayrılma) ile siyasal devrimler gerçekleştirilirken lâik hukuk devriminin de ön hazırlıktan tamamlanıyordu. Atatürk’ün hukuk devrimini bu siyasal olaylardan soyutlamak ve onlara değinmeden açıklamak mümkün değildir. Çünkü onlar hukuk devriminin ön şartlarını oluştururlar. Teokratik düzenin unsurları olan padişahlık ve hilâfet muhafaza edilirken hukuk devrimi yapılamazdı. Siyasal devrimler 1924 Anayasası ile Türk toplum hayatına yerleşti ve güvence altına alındı3.